Rekabet Kanunu ve Yayın KaosuÂ
Prof.Dr.Arif ESİN
İstanbul
Ãœniversitesi Avrupa Topluluğu Bölüm BaşkanıÂ
Bir süredir kamuoyunu yakından ilgilendiren ve çelişkili kararlar
sonucu bir kaos haline dönüşen futbol maçlarının yayını konusuna 4054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun ve Rekabet
Kurulu marifetiyle bir çözüm bulunması mümkün olabiliyor. Aynı sorunları yaşayan Avrupa'da çözümsüzlükler teker teker
mahkeme kararları ile aşılmaya başladı ve futbol federasyonlarının maç yayınlarına ilişkin hakları ellerinden alınıyor.
Alman Federal Yüksek Mahkemesi 16 Aralık 1997 tarihinde almış olduğu kararla, Alman Futbol Federasyonu'nun Avrupa
kupaları maçlarının yayın haklarını havuz sistemi kapsamında pazarlamasının, Alman Futbol Federasyonu'nun bu yayın hakları
uzerinde hak iddia edemeyeceği ve havuz sisteminin rekabeti bozucu ve dolayısıyla Alman Rekabet Kanunu'nu ihlal ettiği
gerekçeleriyle hukuka aykırı olduğu hükmüne varmıştır. Yüksek Mahkeme ayrıca, bu yayın haklarının sahiplerinin futbol
takımları olduğuna ve yayın haklarını pazarlama yetkisinin futbol takımlarında olduğuna karar vermiştir.
Karar,
bir taraftan Almanya'da futbol karşılaşmalarının yayın haklarının pazarlanmasına ilişkin köklü değişikliklerin yaşanacağını
gösterirken; diğer taraftan da bu kararın sadece Avrupa kupalarındaki karşılaşmalarla sınırlı kalmayıp futbol kulüplerinin lig
maçlarına ilişkin yayın haklarını da kendilerinin pazarlamaları yolunu açmaktadır.
Alman Rekabet Hukuku'na
göre bir etkinliğin yayın haklarının gerçek sahibi o etkinliğin düzenleyicisidir. Alman içtihat hukukuna göre ise; bir
etkinliğin düzenleyicisi o etkinliğin organizasyon ve finansal açılardan sorumlusu olan özel ya da tüzel kişidir. Bu kişi
etkinliğin finansal risklerini de üzerinde taşımaktadır. Alman Rekabet Hukuku, Avrupa Birliği Rekabet Hukuku'nun bir uzantısıdır.
Her ne şartta olursa olsun Ãœye Devletler'in ulusal mevzuatları Kurucu Antlaşma'nın rekabet kurallarına ilişkin 85, 86 ve 90.
maddeleri ile çelişemez.
Topluluk Rekabet Hukuku kaynakları kapsamında Ãœye Ãœlke ulusal mevzuatlarının ve
içtihatlarının Topluluk rekabet kuralları ile ilişkisine bakıldığında; Kurucu Antlaşma'nın tüm Topluluk sınırları içerisinde
bağımsız bir hukuk düzeni oluşturduğu ve bu düzene Ãœye Devletler'in uyma zorunluluğu getirildiği görülmektedir. Bu durumda
da, ulusal mevzuatlar ve içtihatların Topluluk Rekabet Hukuku ve içtihatları hilafına gelişmesi mümkün değildir. Böyle bir
durumun ortaya çıkması halinde Topluluk içtihatları geçerli kılınmıştır.
Her hangi bir bir yetki kesişmesi
durumunda ise üç temel esasa dikkat etmek gerekmektedir:
Ulusal mevzuatların Topluluk mevzuatının tam ve
aynen uygulanmasına halel getirmeyecek bir uygulama olması gerekmektedir. Bu durum hasıl olduğunda ulusal mevzuat geçerli
kılınır. [1]
85 (1) veya 86. maddelerde yasaklanan anlaşma, karar ve eylemlerin, 85 (3) kapsamında Grup
Muafiyetler içerisinde yer almaması durumunda, ulusal mevzuatların bu türde anlaşma, karar ve eylemlere izin vermesi halinde
Topluluk mevzuatı geçerli kılınır.[2]
85 (1) kapsamında yasaklanmış anlaşma, karar ve eylemlerin 85 (3)
marifetiyle Grup Muafiyet kapsamında veya Komisyon tarafından Bireysel Muafiyete mahzar eylenmesi durumunda, ulusal mevzuatlar bu
muafiyeti mümkün kılmasa dahi, muafiyet geçerlidir.[3]
Buna karşılık Ulusal Rekabet Kurulları, 85 (3)
kapsamındaki muafiyetleri kabul etme hakkına sahiptirler. Öte yandan Komisyon'un soruşturma konusu yapmadığı bireysel
muafiyetlere ilişkin ihtilaflarda Ulusal rekabet kurumları tetkikte bulunabilirler ve bu arada meselenin Komisyon'a itikali
sözkonusu olmuş ise, Ulusal kurumlar'ın yetkisizlik kararı alması gerekmemektedir. Nitekim BRT Kararı'nda [4] bu durum Yüce
Divan tarafından karara bağlanmıştır. [5]
Sonuç olarak Avrupa Birliği üyesi bir çok ülkede, rekabet
kurallarını düzenleyen milli mevzuatların Roma Antlaşması içerisindeki muadil hükümlerden çok daha önce düzenlenmiş olması,
doğal olarak, her iki hukuk kaynağının birlikte mütalaa edilmesini sağlamaya yönelik prensiplerin belirlenmesi gerekliliğini de
beraberinde getirmiştir. Her iki hukuk kaynağının gerek önceliklerinin tespiti gerekse de yaptırım güçlerinin belirlenmesi
doğrultusunda bir çok yorum ortaya atılmış ve uzun yıllar tartışılmıştır.
Mevcut durumda, milli rekabet
hukukları ve Topluluk Rekabet Hukuku'nun yaptırım güçleri ve uygulama alanlarını sorgulayan üç ana prensip üzerinde
durulmaktadır.
Birinci ve tartışmaya açık olmayan prensip "hukukun bütünlüğü" veya başka bir deyişle
Topluluk hukukunun doğrudan uygulanabilirliği ilkesine dayanmaktadır.
Buna göre, Kurucu Antlaşma içerisinde
vazedilen rekabet kuralları milli rekabet mevzuatlarını tamamlayıcı niteliktelerdir ve iç hukukun Topluluk hukukuna karşı
hükümler içermesi mümkün değildir. Bu bağlamda, Antlaşma'nın 85 ve 86. maddeleri, teşebbüslere, bu maddeler kapsamındaki hak
ve hükümlülüklerinin hem milli kurumlar hem de Topluluk'taki kurumlar nezdinde yargıya tabi olabilme serbestisi ve eşitliğini
tanımaktadır.