Avrupa Birliği ve Türkiye arasında tam üyelik müzakereleri özel sektörün masada bulunmadığı bir sistem dairesinde Ali Babacan'ın
başkanlığında başlıyor. Özel kesimin temsilcilerinin bulunmamasının nedenleri çok açıktır. Forum Diplomatik'te AB muktesebatının
üstlenilmesi işlevinde üç ayrı görüşün çatışmasının beklendiğini yazmıştım. Bunlar AB mevzuatının implementation (aktarma)
yöntemiyle milli mevzuata geçirlimesini savunan görüş, AB mevzuatının harmanisation (uyumlaştırma) yöntemiyle milli mevzuata
geçirlimesini savunan görüş ve AB mevzuatının raprochement (yakınlaştırma) yöntemiyle milli mevzuata geçirlimesini savunan
görüştü. Birinci görüşe YASED, TUSİAD, ortodoks AB uzmanları, ar-ge yoğun teknolojiye dayalı yatırımları bulunan Türkiye'de mukim
yabanca sermayeli şirketler, banka ve sigortacılık sektörü oyuncuları ve ABGS saf tutacaktır. rnrnİkinci görüşü paylaşanlar
konulara ilişkin AB düzenlemelerinin ana ilkelerini ihtiva eden çerçeve kanunlar ve ilgili idari birimlerin çıkartacağı
düzenlemeler halinde uyumun sağlanmasını savunmakta ve Türkiye'nin uyumda ekonomik, sosyal ve idari olarak zorlanacağı bölümleri
tam üye olduğu gün yürürlüğe almayı taahhüt etmesini, bu bağlamda da zorlanılacak hususların yasal düzenlemenin yürürlük
maddesinde tam üyelik tarihine bağlı kılınmasını savunmaktalardır. Bu görüşe saf tutacak tarafların başında sendikalar, TOBB, TİM,
yerli büyük sermayeli şirketlerdir. rnrnÜçüncü görüşün partizanları ise Türkiye'nin AB üyesi olmadan uyumun gereksiz olduğunu bu
nedenlede AB düzenlemelerinden esinlenerek Türkiye'nin özgün koşulları dikkate alınarak uyum çalışmalarının yapılmasını, tam üye
olunmasından sonra zaten AB mevzuatının uygulanacağını savunmaktalardır. Bu görüşe saf tutanların AB ile tam üyeliğe karşı olan
kesimler olacağı aşikardır.rnrnBuradaki ilginç yön kamu bürokrasisi, özel kesim, STK'nin her konu başlığında başka bir görüşü
savunabilme ihtimalinin bulunmasıdır. Örneğin bir konuda aktarma yöntemini savunanların diğer bir konuda yakınlaştırma yöntemini
savunması çok mümkün görülmektedir. Özellikle de STK ve özel kesim içerisinde müzakere başlığına göre çelişkili görüşlerin egemen
olacağı anlaşılmaktadır. Nitekim tam üyelik müzakerelerine başlama öncesinde TÜSİAD ile her zamanki gibi TOBB arasındaki gizli bir
çekişme, İKV'nin TOBB içerisindeki başına buyruk konumu ve son dönemlerde Hükümet yanlı politikalar üreten ama IMF üzerinden TCMB
ile ciddi atışmalara girişen ve AB sürecinde tamamen dışlanmış TİM su yüzüne çıkmıştır. Bu parçalı tabloyu genişletmek daha da alt
bölümlere açmak mümkündür, örneğin bir YASED içindeki otomotiv temsilcileri ile araştırmacı ilaç temsilcilerinin bambaşka
beklentiler ve fikirler içinde oldukları kuşkusuzdur. TOBB içerisinde AB konularında inanılması güç ve son drece rahatsız edici
derecede çok sesliliğin varlığı tartışılmaz olgular arasındadır. Ve bütün bunların ötesinde bu kadar önemli sermaye gruplarını
temsil eden üst kuruluşların IKV dışında hiçbirinin AB muktesebatı, AB-Türkiye ortaklık hukuku üzerine bir bilgi birikimleri
bulunmamaktadır. Uzman diye istihdam edilenler, danışmanlığına başvurulanlar hameset ötesinde teknik bir bilgi ve donanıma sahip
değildirler.rnrnBu parçalı tablo neticesinde siyasi erk müzakereleri kendisi tek başına götürme kararını haklı olarak almıştır.
Zira iyi niyetli davranırlarsa DPT, DTM, ABGS ve elindeki diğer dispozitif özel sektörün yapacağı katkıdan fazladır.rnrnTarih
aslında tekerrür etmektedir. Gümrük Birliği müzakerelerini hatırlıyorum. O dönemde (1993-1995) özel sektörün ya da sivil toplum
örgütlerinin müzakerelere katılmasının bugünün aksine sözü dahi edilmiyordu. İKV'nin Brüksel temsilcisi Hayri Ürgüplü marifetiyle
duyumlar geliyor, biz bunları İKV'de değerlendiriyoruz ve özel sektörü uyarıyorduk. Müzakereleri Dışişleri Bakanlığı'ndan Akın
Alptuna, DPT'den Tuğrul Arat ve eski HDTM'den Nejat Ören triumvira şeklinde götürüyorlardı. Daimi Temsilci ise Cem Duna'ydı. Nihat
Akyol'da yanılmıyorsam Büyükelçi olarak görev ifa ediyordu Brüksel'de. Biz de zaman zaman Brüksel'e giderek yerinden gelişmeleri
takip ederek İstanbul'u bilgilendiriyorduk. Bunun dışında triumvira ayda bir İKV'nin Kalyon Oteli'nde TÜSİAD ve birkaç sivil
toplum örgütünün daha davet edilmesi suretiyle düzenlediği toplantılarda müzakeler üzerine bilgi veriyordu. İlk aylarda bir sorun
çıkmadı ama zamanla Dışişleri HDTM ile birleşerek DPT'yi dışladı, sonra HDTM bir adım öne çıkarak müzakerelerin felsefi ve teknik
ağırlığını oluşturmaya başladı, bu ise elbetteki dişişlerinin kabul edemeyeceğei bir husustu. Ayrıca da daimi temsilcimiz
temsilcilik konutunun restorasyonunu gümrük birliğinden daha önemli gördüğünden bu işlere pek bulaşmak istemiyordu. Böylesine
berbat bir tablonun ana bölünmeleri yukarda anlattığım muktesebatın üstlenilme yöntemleri üzerine çıkmıştı. 1/95 sayılı Ortaklık
Konseyi Kararı (Gümrük Birliği Kararı) fevkalade kötü müzakere edilmiş, asimetrik, dengesiz, ciddi maddi hatalar barındıran bir
metindir. Hatta HDTM tercümesini dahi tahrifatlı yaparak kamuoyuna açıklamıştır. Siyasi erk o dönemde özellikle de Tansu Çiller
çok hızla müzakerelerin bitirilmesini istemiştir. Bürokrasi bu parçalanmışlığı içinde acele ile önüne her konanı hemen kabul etmek
durumunda bırakılmıştır.rn rnNiye bu anıları burada anlatıyorum rnrnÇünkü benzer ve daha kapsamlı bir tablo ile karşı karşıya
kalacağız. Tam üyelik müzakerelerinde gelişen informasyon teknolojileri sayesinde sivil toplum gelişmelerden anında haberdar
olacaktır. Bakınız 17 Aralık 2004 günü tam üyelik müsakerelerinin 3 Ekim 2005'de başlayacağı açıklandığında o dönemin genişlemeden
sorumlu Komiseri Veurhaugen müzakerelerde sivil toplum örgütlerini de görmek istiyoruz dedi. Bunun açık anlamı Ali Babacan
başkanlığında sadece bürokratlardan seçilen bir ekibe rağmen Komisyon'un Türkiye'de bazı sivil toplum kuruluşları ile temas
halinde bulunacağı ve gerekirse safları böleceği kuşkusuzdur. Çok garip ama gerçek ve bizi üzecek şeylere hazırlıklı
olmalıyız.rnrnBana kalırsa Türkiye bu tam üyelik müzakelerine fevkalade hazırlıksız ve bilinçsizce giriyor. Yeri gelmişken
belirteyim bu konularda tam üyelik müzakereleri sözünü kullanalım, müzakere süreci sözü yanlıştır, eski bir Topluluk dili
terimdir, bitmez tükenmez bir tüneli ifade eder. Özellikle Başbakanımız nereden öğrendiyse bu hatayı çok yapıyor. Benden uyarması.