Avrupa Birliği ile Ekim 2005 tarihinde tam üyelik müzakereleri ucu açık bir biçimde başladı. Türkiye AB tarihinde tam üyelik
olmadan ilk kez dış ticaret politikası ve mevzuat uyumunu da içerecek bir hukuki zemin dairesinde gümrük birliğini
gerçekleştirdiği gibi yine tüm teammüllerin ve geçmiş deneyimlerin aksine tam üyelik tarihini kararlaştırmadan Birlik dilinde ucu
açık olarak müzakerelere başlamıştı. Komşularımız Bulgaristan ve Romanya ile ucu kapalı yani tarihi belli bir biçimde açılacak
müzakereler 2007 yılında tamamlarak 2008'de bu ülkeler tam üyelik vasfını haiz oldular.rn rnİşte bu merkez cümlenin
düşündürdükleri Türk kamuoyunu bir yıldır çok haklı olarak meşğul etmekte. Geçtiğimiz ilkbahar ve yaz dönemlerinde AB üye
devletleri teker teker Türkiye'den koparabilecekleri tavizlerin fazlasını masanın üzerine getirdiler. Bunların burada bir
envanterini yapmayı anlamsız buluyorum. Ancak Türkiye'den talep edilenlerin hiçbirinin Türkiye'nin AB-Türkiye Ortaklık Hukuku'ndan
kaynaklanan yükümlülükleri ile bir ilintisi yoktu. Bu talepler tamamen siyasi teleplerdir. Nitekim Ermenistan meselesinin
Türkiye'nin bir soykırım iddiasını kabullenmesi ya da Kıbrıs Rum Kesimi'ni uluslararası hukuk tahtında adanın tek temsilcisi
olarak tanınmasının Türkiye'nin tam üyeliği ile bir ilintisi .bulunmamaktadır. Hatta özelleştirme işlemlerinde yargı süzgeçindeki
olası iptal işlemlerinin de tam üyelik müzakere süreci ile bir ilgisi yoktur. Terör ile mücadelede seçilecek askeri çözümlere
dayalı yöntemlerin ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin rolünün ya da sivil toplum örgütlerinin bu konudaki konumunun yine AB ile
müzakere sürecinin ilerlemesi ile bir ilintisi bulunmamaktadır. rnrnAncak bu gelişmelerin tümü siyasi olarak Birliği
ilgilendirmektedir. Türkiye de siyasi olarak Avrupa Birliği'nde olup bitenler üzerine siyasi tavrını koyabilir, nitekim birçok
olayda belki farketmiyoruz ama bu tavrı koymaktadır. rnrnAB'den son gelen haberlerde son dönemeçte taviz koparmayı başaramayanlar
ağızlarından baklayı çıkartmaya başladılar. Fransız siyasetçileri başta Başbakan ve Dışişleri Bakanı olmak üzere Kıbrıs Rum
Kesimi'nin tanınmadan müzakerelerde somut bir ilerlemenin olamayacağı duruşunu ortaya attılar. Hatta imtiyazlı ortaklık fikrinin
de göz ardı edilmemesi gerektiği vurgulandı. Bunun ilk seçenek olmamakla birlikte tıkanan müzakerelerde gözardı edilmemesi gereken
bir açılım olduğu vurgulandı. O bakımdan Sorkozy, Merkel, Erdoğan Zirvesi büyük önem taşıyor. Dikkatli olmak gerekiyor.rnrnÖte
yandan Fransa cephesinde oldukça ilginç açıklamalar birbiri ardından geliyor. Öncelikle Fransa'nın imtiyazlı ortaklık fikrini
ileri sürmeyeceği zira zaten müzakerelerin ucunun açık olduğu tam üyeliğin ne zaman gerçekleşeceğinin bir takvime bağlanmadığı
açıklandı. Ardından da Kıbrıs Rum Kesimi'nin tanımanın müzakere şartı olmadığı ama tam üye olan bir ülkenin diğer üyelerden birini
tanımamasının mümkün olmadığı belirtildi. Diğer bir anlatımla Birleşmiş Milletler bünyesinde sorun çözülmese bile Türkiye tam üye
olduğu gün Kıbrıs Rum Kesimi'ni tanımak zorundadır.rnrnFransa'nın açıklamaları işin özetini veriyor. rnrnTürkiye ile açık uçlu
müzakere süreci başlamış bulunuyor. AB Türkiye'ye bir tarih vermedi. AB hukukunda tarih vermek müzakerelerin hangi tarihte
biteceğinin Konsey tarafından karara bağlanması anlamını taşımaktadır. Kıbrıs meselesine gelince Türkiye tam üye olduğu gün zaten
Kıbrıs'ı sorun çözülmese bile tanımak zorunda kalacaktır. Ancak bütün bu gelişmeler gümrük birliğinden doğan yükümlülüklerini
yerine getirmeyecek anlamına gelmemektedir. Burada kritik konu limanlarımızı Kıbrıs gemilerine açmak meselesidir. Limanların
Kıbrıs Rum Kesimi bandıralı gemilere açılması meselesi hizmet sektörünü ilgilendirdiği için gümrük birliği kapsamda değildir. Zira
1/95 sayılı OKK sadece sanayi mallarının serbest dolaşımını kapsamaktadır. Öncelikle malların tümünün serbest dolaşımı, sonra
sermayenin ve hizmetlerin serbest dolaşımının amamlanması gerekmektedir. Bu işler işte müzakere süreci olarak adlandırılan dönemde
gerçekleştirilecektir. Bu anlamda da tam üye olmadan elbette ki Kıbrıs Rum Kesimi'nin gemilerine Türk limanları açılacaktır. Bu
konunun Kıbrıs meselesinin BM bünyesinde halli ile bir ilişkisi yoktur. Bunun da kamuoyu tarafından bilinmesinde büyük fayda
vardır.rnrnBu arada 301 meselesine girmiyorum, o da sıkıntılı bir mesele.rnrnÖte yandan bazı AB üye devletlerinin bu son dakika
manevraları olumsuz etkilerini göstermeye başladı. Türkiye'de AB ile tam üyeliği isteyenlerin oranı ilk kez % 63 seviyesine
gerilemiş bulunuyor. 1987 yılında Milliyet Gazetesi bir anket yapmıştı ve o dönemde Avrupa Topluluğu'na üye olmak isteyenlerin
oranı % 93 idi. rnrnAvrupa'da ise Türkiye'nin tam üyeliğini istemeyenlerin oranı ise ilk kez % 29'a fırlıyor. Bu gelişmeler
oldukça kaygı vericidir. Hele müzakere sürecinde özellikle mevzuat uyumu başladığında bu oranlar daha da artacaktır. Belki de
müzakereler bittiğinde Türkiye'de Birliğe üye olmak isteyenlerin oranı % 50'nin altına inecektir. Nitekim Danimarka'da bu böyle
olmuştur. AB siyasetçileri şeyet bir yıldırma, bir bıktırma politikası marifetiyle Türkiye'de kamuoyu desteğini kırmak
istiyorlarsa bu pek mümkün değildir. Ancak yorgun ve isteksiz bir Türkiye'nin tam üyeliğinin AB'ne de pek bir faydası
olmayacaktır. Tıpkı yeni üye Polonya gibi.rnrnTaviz alacağım, kendi kamuoyunda üç beş partizan bulacağım diye rüzgar ekenler
ileride fırtına biçeceklerdir.