Topluluk rekabet sistemine yön veren Brüksel Öğretisi'nin diğer yaklaşımlar ile karşılaştırıldığında üç temel özelliği
içerdiği görülmektedir.
Birinci özellik, Topluluk Rekabet Hukuku'nun siyasi bir yaklaşıma dayandırılmasıdır. Nitekim Topluluk Rekabet Hukuku, Ãœye
Devletler'e kısmi bir egemenlik devrini zorunlu kılmaktadır. Buradaki temel amaç, tek bir pazarın tesis edilmesine yardımcı
olmaktır. İşte bu noktada Amerikan Rekabet Hukuku ile Topluluk hukukunun temel farklılığı ortaya çıkmaktadır: Toplulukta temel
kaygının tek pazarı entegrasyon marifetiyle kurmak ve bu anlamda da sermayeye daha rahat hareket serbestisi sağlamak amacıyla
eksik rekabetin önlenmesi olduğu gözlemlenirken; Amerikan hukukunda federal ekonomik alanlarda zaten 19. yy sonlarından itibaren
varolan kartellerin ve büyük tröstlerin monopolistik eğilimleri ile mücadele etmenin temel kaygıyı oluşturduğu
gözlemlenmektedir.
İkinci özellik, yaklaşımlardaki makro ekonomik unsurların rekabet unsurları ile birlikte düşÃ¼nülmesidir. Topluluk Rekabet
Hukuku, sadece eksik rekabeti önlemeyi temel hedef olarak benimsememektedir. Bu açılımının yanı sıra, rekabet politikalarına
yön verilirken ekonomik gerçekler ve Avrupa'nın temel ihtiyaçları gözönünde bulundurulmakdır. Bu bağlamda da özellikle
rekabet piyasalarının istihdam yaratıcı, büyümeye destek olan ve sosyal refahı arttırıcı unsurlar ile bezenmesine azami dikkat
edilmektedir. Böylelikle alınan kararlarda salt hukuk yaklaşımlarının ötesinde bir dizi esnekliklere de imkan tanınmaktadır.
Üçüncü ve son özellik ise Topluluk Rekabet Hukuku'nun ahlaki ve sosyal değerlere büyük önem vermesidir. Ãœye Devletler,
rekabet hukuku alanında milli egemenlik haklarını uluslarüstü mercilere devrederken, karşılığında tüketicinin yararı ve onun
korunması üzerine, pazardaki tüm ekonomik aktörlerin eşit şartlarda rekabete girmeleri üzerine ve KOBİ'lerin büyük
işletmelerin yanı sıra ekonomik hayatta rol almalarını sağlayıcı tedbirler üzerine ciddi güvenceler almaktalardır. İşte bu
noktada da Amerikan ve Topluluk rekabet hukukları arasında çok temel bir ayrıcalığa işaret etmek mümkündür. Özellikle yatay
ve dikey anlaşmalarda Amerikan rekabet mercileri çok katı tedbirler alabilmektedir. Oradaki kaygı teşebbüsler arasındaki
yoğunlaşmaların, işbirliklerinin monopol yaratıcı etkilerinin önlenmesi yönünde gelişirken; Topluluk bu bağlamda istihdam,
sosyal refah ve Avrupa sanayi ve hizmet sektörlerinin uluslararası rekabet gücünü ve ekonomik ölçek sorununu ön planda
tutmaktadır.
Sonuç olarak Topluluk Rekabet Hukuku'na hayat veren Brüksel Öğretisi; sadece ekonomik kaygıların güdüldüğü Chicago
Öğretisi ya da sadece dengeli bir sosyal paylaşımın ve her ne pahasına olursa olsun ekonomik gücün çeşitli aktörler arasında
dağılımını öngören Harvard Öğretisi arasında bir üçüncü ve özgün yaklaşım olarak Avrupa Topluluğu Rekabet Hukuku'nun
temel esaslarını ortaya koymaktadır.
Bütün bu doktrin tartışmaları ve siyasi hedeflerin neticesinde 25 Mart 1957 tarihinde imzalanan, Tek Senet ve 1 Kasım 1993
tarihinde yürürlüğe giren Avrupa Birliği Antlaşması ile değişikliğe uğratılan kurucu Roma Antlaşması'nın başlıca hedefi; Ãœye
Devletler arasında ekonomik birliğin tesisinin ortak pazar marifetiyle gerçekleştirilmesidir. Bu hedefin başarısı ise Topluluk
Rekabet Hukuku'na bağlıdır. Bu bakımdan Birlik Antlaşması içerisinde vazedilen rekabet politikasına ilişkin hususların öncelikle
bilinmesi gerekmektedir.
Nitekim, Birlik Antlaşması'nın 2. Maddesi; Topluluk, ortak bir pazarın, ekonomik ve parasal bir birliğin kurulması ve 3 ve 3 A
maddelerinde yer verilen ortak politikaların ve faaliyetlerin yürürlüğe konulması yolu ile Topluluğun bütünü içinde
ekonomik faaliyetlerin uyumlu ve dengeli kalkınmanın, çevreye saygılı, sürekli ve enflasyonist olmayan bir büyümenin, ekonomik
performansların yüksek derecede bütünlüğünün, yüksek seviyeli bir istihdam ve sosyal korumanın, yaşam seviyesinin, Ãœye
Devletler arasında ekonomik ve sosyal bütünlükle dayanışmanın iyileştirilmesi görevine sahiptir.Â
Birlik Antlaşması'nın 3. maddesi ise, Topluluğun iktisadi bütünleşmeye ilişkin görevlerini belirlemektedir. Sözkonusu 3 (g)
maddesi iç pazar dahilinde rekabetin bozulmamasını sağlayacak bir rejim ifadesi ile rekabet politikasının Topluluğun ana
görevleri arasında yeraldığının en açık kanıtıdır. Ayrıca, Birlik Antlaşması'nın 3 (l) maddesi Kurucu Antlaşma'ya bir yeniliği
ilave etmiş ve Topluluğun asıl görevleri arasında Topluluk sanayinin rekabet gücünü arttırılması görevinin de Topluluk
tarafından üstlenilmesi gerekliliğine işaret etmiştir. İlgili paragrafın eklenmesinin sonuçlarını gelecekte Topluluk Rekabet
Hukuku üzerinde görmek mümkün olabilecektir.
Öte yandan daha yetmişli yılların başında Avrupa Toplulukları Adalet Divanı (ATAD), Continental Can Kararı'nda; Birlik
Antlaşması'nın 3 (g) maddesine tekabül eden, Kurucu Antlaşma'nın 3 (f) maddesinin Roma Antlaşması'nın diğer maddelerinin anlam
kazanabilmesi için temel bir zorunluluk olduğunu belirtilmiştir.
Ayrıca Komisyon, XXI. Genel Raporu'nda (1992) rekabet politikasının Tek Pazar'ın temel unsurlarından biri olduğuna işaret
etmiştir. Yukarıda belirtilen hususların ışığında, Topluluk Rekabet Hukuku'nun esas itibariyle üç temel hedefi mevcuttur:
Birinci temel hedef, işletmeler arasında rekabeti bozucu ya da kısıtlayıcı ticari engeller geliştirilmesinin, hakim durumun
kötüye kullanılmasının ve rekabeti sınırlayıcı ya da bozucu devlet yardımlarının önlenmesidir.
İkinci temel hedef, etkin bir rekabetin tesis edilerek, Tek Pazar'ın kurulmasını sağlamaktır.
Üçüncü temel hedef ise, ticari etkinliğin, gelişmenin ve tüketicinin yararına doğru hareket eden bir fiyat rekabetinin
sağlanmasıdır.
Â