• Rekabet Hukuku / Yayınlarımız

  • Avrupa Birliği Rekabet Hukuku Grup Muafiyet Rejimi'nde Son GelişmelerProf. Dr. Arif ESİN

    • Sayfa : 2/9
      <1234...9>

    Oturum Başkanı - İyi günler efendim. 



    Bugün 2000 yılı, Ocak ayı Perşembe Konferansları'nın son toplantısını yapıyoruz. Bugünkü konuğumuz Rekabet Hukuku'nun Türkiye'deki ilk uzmanlarından Prof. Dr. Arif ESİN Hocamız.



    Arif Hoca, 14 Ocak 1956 tarihinde İstanbul'da doğdu. Orta ve lise öğrenimini Fransız Saint Benoit Lisesi'nde tamamladı. Yüksek öğrenimini Paris Ãœniversitesi Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakültesinde bitirdi. Aynı zamanda Paris Ãœniversitesi'nde Avrupa Topluluğu Hukuku üzerine Yüksek Lisans ve Doktora yaptı. Prof. Arif ESİN, Paris Ãœniversitesi, İsveç Upsala Ãœniversitesi ve Hollanda Erasmus Ãœniversitelerinde öğretim üyeliği görevinde bulundu. Kendisinin Rekabet Hukuku üzerine yazılmış kitapları vardır ve bu konuda Türkiye'deki ilk öğretim üyelerinden biridir. Sayın Prof. Esin'in bugünkü konuşma konusu; Avrupa Birliği Rekabet Hukuku'nda Grup Muafiyet Rejiminde son gelişmeler konusundadır. 



    Buyurunuz Sayın Hocam.





    PROF.DR. ARİF ESİN- Teşekkür ederim. Sayın Başkan, Kurul Ãœyeleri ve Değerli Misafirler. Ben, bugün burada Avrupa Birliği'nde yürürlüğe giren ve dikey anlaşmalara getirilen yeni düzenlemenin ana hatlarıyla bir kısmını anlatmaya çalışacağım. Daha çokta yeni Tüzük içerisinde Türkiye'ye olan yansımalarını düşÃ¼nerek, bizim bugünden itibaren, rekabet hukukçularının düşÃ¼nmesi gereken noktaları işaret etmeye çalışacağım.



    Malumunuz 1/95 Sayılı Ortaklık Konseyi Kararı'nın 39'uncu maddesinin, ikinci paragrafının (a) bendi şunu söylüyor: "Gümrük Birliğinin yürürlüğe girmesinden itibaren bir yıl içerisinde, Toplulukta yürürlükte bulunan tüm blok muafiyet yönetmeliklerinde ve AT makamlarınca geliştirlen içttihat hukukunda yer alan ilkelerin Türkiye'de uygulanmasını sağlayacaktır. Topluluk, Gümrük Birliğinin yürürlüğe girmesinden itibaren bolk muafiyet yönetmeliklerinin benimsenmesi, iptali veya değiştirilmesi ile ilgili işlemleri mümkün olan en kısa zaman içinde Türkiye'ye bildirecektir. Bu bilgilerin verilmesinden itibaren Türkiye, gerekiyorsa yasalarını bir yıl içinde yeni duruma uygun hale getirecektir".



    Dolayısıyla, Avrupa Birliği'nde de 31 Aralık 1999 gecesi saat 24:00'de, üç adet tüzük; Tek Elden Dağıtım Anlaşmaları, Tek Elden Satın Alma Anlaşmaları ve Franchising Anlaşmaları'na ilişkin düzenlemeler son buldu.



    Yürürlüğe giren yeni düzenlemenin en büyük özelliği sürelerle ilgilidir. Rekabet Kurulu'nun da bundan esinlenerek hazırlayacağı yeni tebliğde aynı tip açılımları düşÃ¼nmesi gerekiyor. Sürelerle ilgili olarak yeni düzenleme şÃ¶yle: Avrupa Birliği, teşebbüsler arası dikey anlaşmalara Amsterdam Antlaşması'nın 81 (1) maddesinden 81 (3) madde uyarınca grup muafiyeti tanıyan dört tüzüğü 1 Haziran 2000 tarihinden itibaren yürürlükten kaldırarak 31 Mayıs 2010 yılına kadar yürürlükte kalacak yeni tüzüğü uygulamaya almaktadır. Teşebbüslerin, şayet önceki grup muafiyetlerine uyumlu olan sözleşmeleri 31 Mayıs 2000 yılına kadar yürürlükte ise, teşebbüsler Yeni Tüzük'ün yürürlüğe giriş tarihi olan 1 Haziran 2000 tarihinden 31 Aralık 2001 tarihine kadar yürürlükten kaldırılmış bulunan muafiyet tüzüklerine uygun sözleşmeleri ile faaliyet gösterebileceklerdir. Böylelikle teşebbüslere yeni Tüzük'ün yürürlüğe girişinden itibaren 18 aylık bir geçiş dönemi tanınmış olduğu görülmektedir.



    Şimdi Türkiye açısından düşÃ¼nmeye başlayalım. 5 Mayıs olayını hatırlıyoruz, ne yaptık Elimizde bulunan rekabete aykırı olduğunu düşÃ¼ndüğümüz pek çok sözleşmemizi, hatta birçok işletme de korktuğu için acaba hukuka aykırı bir uygulamam vardır belki de kaygısıyla, rekabete aykırı olmayan ve içinde aykırı hususlar bulunmayan pekçok sözleşmesini bildirdi, ve 200'e yakın bildirim oldu. Onun arkasından bu bildirimler devam etti. Bunlara da Rekabet Kurulu'ndan bir cevapta gelmedi, ama teşebbüslere pek çok soru geldi. Çünkü bu bildirilerin bazıları tam yapılmamıştı, eksik yapılmıştı ya da yanlış yapılmıştı. Dolayısıyla Kurum'un elinde incelenmesi gereken sözleşme stoku oluştu. Halbuki yeni düzenleme eski bildirimleri yapılmamış sayıyor. Bu durumda da Rekabet Kurulu'nun eski yapılan bildirimlerin hepsini unutacak hızlı bir düzenlemeye gitmesi gerekiyor, çünkü yeni tebliğ ile bunlar geçersiz kalıyor. Böylelikle Kurum bu yükten de büyük ölçüde kurtulmuş olacaktır.



    Nitekim teşebbüslerin rekabet otoriteleri ile sürdürmekte olduğu menfi tespit talepli bildirim sürecinin yarattığı bürokratik yoğunluk, muafiyet rejiminin uygulanmasında adem-i merkeziyetçi bir yönelimi doğurmuştur. Tek Pazar'da uygulanagelen rekabet kuralları ile pek çok piyasada etkin biçimde markalar arası rekabetin oluştuğu gözlemlenmiştir. Gelinen bu aşamada, yeni düzenleme ile teşebbüslerin rekabet kurallarına uyulup uyulmadığı anlamında öz denetim yapmaları ve öte yandan Komisyon'un bürokratik yükünün azaltılması suretiyle, soruşturmalara yoğunlaşarak asli işlevini görmesi amaçlanmıştır. Bu hususlar Rekabet Kurulu için önemle değerlendirilmesi gereken hususlardır.



    Dolayısıyla, bu 18 aylık sürenin değerlendirilmesi gerekiyor, artı bir de şu var tabii, yeni tüzüğün en büyük özelliği artık bildirim yükümlülüğünü büyük ölçüde ortadan kaldırıyor. Çünkü bir yasaklar listesi var ki, orada şunu yaparsın, bunu yapamazsın çok net konulmuştur. Listeler konusunu bugün işlemeyeceğiz, süremiz yetmeyecek, ben daha çok eşiklerle ilgili konuları açmaya çalışacağım. 



    Türkiye'nin özel durumuna dikkatinizi çekmek istiyorum; eğer o tüzükteki eşikleri kullanırsak, Türkiye'de grup muafiyetinden kimse yararlanamaz. Türkiye'de öyle bir durum var. Türkiye'de sermaye birikimi bir kişide yeterli olmadığı için Türkiye'de her işi iki kişi yapar, bir üçüncüsü ise o işi çok zor yapar. Dolayısıyla bunların pazar payları bir hayli yüksektir. Birazdan o pazar paylarını ne şekilde hesap ettiklerine baktığımızda, Türkiye'de belki de grup muafiyet tebliği çıkartmanın anlamı kalmayacak, zira bundan yararlanabilecek işletme bulunamayacaktır.



    Yeni düzenlemenin ana felsefesi markalar-arası rekabet üzerine kurulmuştur. Bir mal veya hizmet piyasasında markalar-arası rekabetin arz ve talep boyutunda etkin olarak var olması durumunda, üretim, dağıtım ve yeniden satış aşamalarında kısıtlayıcı rekabet kurallarının daha esnek sınırlarda uygulanabilmesinin rekabet piyasalarında olumsuz etkiler yaratmayacağı öngörülmektedir. Bu durumda da marka-içi rekabetin belirli ölçüde sınırlandırılmasına göz yumulabilmektedir. Yeni düzenleme, katı hukuki yaklaşımlardan öteye ekonomik yaklaşımlara önem vermektedir. Nitekim Rekabet Otoriteleri'nin üzerinde önemle durması gereken husus, dikey anlaşmalar ile Rekabet Hukuku'nun temel prensipleri anlamında piyasalarda ortaya çıkan etkilerin kendine özgü ekonomik koşulları dikkate alınarak incelenmesinin gerektiğidir. Kaldı ki, bu çok da yeni bir yaklaşım değildir. Zira ATAD, uzun yıllardır rekabeti kısıtladığı iddia edilen dikey anlaşmalara ilişkin vakaların sonucunda hasıl olan Komisyon Kararları'nı, piyasalara olumlu etkisinin bulunmadığı gerekçesi ile iptal etmektedir.



    Nitekim ATAD'ın LTM k. MBU ile Metro k. Saba Kararları, belirli bir piyasada rekabet ihlalinin tespit edilmesi için, ilgili piyasada rekabeti oluşturan tüm unsurların birarada değerlendirilmesi esasını ortaya koyan temel prensip kararlarıdır. Bu prensip, 1966 yılından itibaren tüm Ãœye Ãœlke ve Komisyon soruşturmalarında temel yolgösterici olarak benimsenmiştir. 



    ATAD, 1966 yılında LTM k. MBU vakasında; rekabetin gerçek çerçevesi içerisinde anlaşma marifetiyle bozulduğunun anlaşılması gereklidir, sonucuna ulaşmıştır. Bundan onbir yıl sonra ise ATAD, Metro k. Saba vakasında verdiği kararla önceki temel prensibi pekiştirerek: Rekabetin sınırlandırılması ancak ürünlerin ya da verilen hizmetlerin ilgili pazarın kendi şartları doğrultusunda değerlendirilmesi ile mümkündür, yargısına varmıştır.



    Ben bunları Kurul'a karşı kendi savunmalarımda kullandım, Rekabet Kurulu onları göz önünde bulundurmadı. Genel anlamda Türk Rekabet Kurulu işi katı kurallar içerisinde değerlendirdi. Bu anlattığım içttihatları ve yaklaşımları o dönemde değerlendirmemişti, bunların Danıştay'a da bir itirazı yapılmadı. Yapılmadığı için de yargı süzgecinden geçmemiş oldu açıkçası. 



    Ancak Komisyon bu sefer anlaşılan Adalet Divanı'nın sözünü ettiğim yaklaşımından esinlenerek şunu söylüyor: Benim bu yeni düzenleme ile baktığım nokta, piyasadaki ekonomik gelişmelerdir. Bunun hukukunun ötesinde, daha ilerisinde ekonomi vardır, diyor. Yeni düzenlemenin kapsamına baktığımız zaman, bu aynen Tüzük'ten tercüme edilmiştir, kapsamla ilgili bir cümle okuyacağım, önemli; çünkü aynısının bizim tebliğimizde de yer alması gerekiyor. 



    "İki ya da birçok teşebbüs arasında üretim ya da dağıtım zincirinin değişik seviyelerinde malların ya da hizmetlerin alımına, satımına ve yeniden satımına ilişkin akdedecekleri sözleşmeleri kapsıyor."



    Şimdi bu kapsam ne anlam taşıyor ve geçmiş uygulamayla farkları nedir Birincisi nihai tüketici konumunda olanlar ile akdedilen sözleşmeler, anlaşmalar bu tebliğ kapsamında değil, diyor o zaten çok doğal.


      Sayfa : 2/9
      <1234...9>