Bir süredir kamuoyunu yakından ilgilendiren ve çelişkili kararlar sonucu bir kaos haline dönüşen futbol maçlarının yayını konusuna
4054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun ve Rekabet Kurulu marifetiyle bir çözüm bulunması mümkün olabiliyor. Aynı sorunları
yaşayan Avrupa'da çözümsüzlükler teker teker mahkeme kararları ile aşıldı ve futbol federasyonlarının maç yayınlarına ilişkin
hakları ellerinden alındı.rnrnAlman Federal Yüksek Mahkemesi 16 Aralık 1997 tarihinde almış olduğu kararla, Alman Futbol
Federasyonu'nun Avrupa kupaları maçlarının yayın haklarını havuz sistemi kapsamında pazarlamasının, Alman Futbol Federasyonu'nun
bu yayın hakları uzerinde hak iddia edemeyeceği ve havuz sisteminin rekabeti bozucu ve dolayısıyla Alman Rekabet Kanunu'nu ihlal
ettiği gerekçeleriyle hukuka aykırı olduğu hükmüne varmıştır. Yüksek Mahkeme ayrıca, bu yayın haklarının sahiplerinin futbol
takımları olduğuna ve yayın haklarını pazarlama yetkisinin futbol takımlarında olduğuna karar vermiştir.rnrnKarar, bir taraftan
Almanya'da futbol karşılaşmalarının yayın haklarının pazarlanmasına ilişkin köklü değişikliklerin yaşanacağını gösterirken; diğer
taraftan da bu kararın sadece Avrupa kupalarındaki karşılaşmalarla sınırlı kalmayıp futbol kulüplerinin lig maçlarına ilişkin
yayın haklarını da kendilerinin pazarlamaları yolunu açmaktadır.rnrnAlman Rekabet Hukuku'na göre bir etkinliğin yayın haklarının
gerçek sahibi o etkinliğin düzenleyicisidir. Alman içtihat hukukuna göre ise; bir etkinliğin düzenleyicisi o etkinliğin
organizasyon ve finansal açılardan sorumlusu olan özel ya da tüzel kişidir. Bu kişi etkinliğin finansal risklerini de üzerinde
taşımaktadır. Alman Rekabet Hukuku, Avrupa Birliği Rekabet Hukuku'nun bir uzantısıdır. Her ne şartta olursa olsun Üye Devletler'in
ulusal mevzuatları Birlik Antlaşması'nın rekabet kurallarına ilişkin 81, 82 ve 82. maddeleri ile çelişemez.rnrnHer hangi bir bir
yetki kesişmesi durumunda ise üç temel esasa dikkat etmek gerekmektedir:rnrn Ulusal mevzuatların Birlik mevzuatının tam ve aynen
uygulanmasına halel getirmeyecek bir uygulama olması gerekmektedir. Bu durum hasıl olduğunda ulusal mevzuat geçerli kılınır.rnrn
81 (1) veya 82. maddelerde yasaklanan anlaşma, karar ve eylemlerin, 81 (3) kapsamında Grup Muafiyetler içerisinde yer almaması
durumunda, ulusal mevzuatların bu türde anlaşma, karar ve eylemlere izin vermesi halinde Birlik mevzuatı geçerli kılınır.rnrn81
(1) kapsamında yasaklanmış anlaşma, karar ve eylemlerin 81 (3) marifetiyle Grup Muafiyet kapsamında veya Komisyon tarafından
Bireysel Muafiyete mahzar eylenmesi durumunda, ulusal mevzuatlar bu muafiyeti mümkün kılmasa dahi, muafiyet geçerlidir.rnrnBuna
karşılık Ulusal Rekabet Kurulları, 81 (3) kapsamındaki muafiyetleri kabul etme hakkına sahiptirler. Öte yandan Komisyon'un
soruşturma konusu yapmadığı bireysel muafiyetlere ilişkin ihtilaflarda Ulusal rekabet kurumları tetkikte bulunabilirler ve bu
arada meselenin Komisyon'a itikali sözkonusu olmuş ise, Ulusal Kurumların yetkisizlik kararı alması gerekmemektedir. Nitekim BRT
Kararı'nda bu durum Yüce Divan tarafından karara bağlanmıştır.rnrnMevcut durumda, milli rekabet hukukları ve Birlik Rekabet
Hukuku'nun yaptırım güçleri ve uygulama alanlarını sorgulayan üç ana prensip üzerinde durulmaktadır.rnrnBirinci ve tartışmaya açık
olmayan prensip "hukukun bütünlüğü" veya başka bir deyişle Birlik hukukunun doğrudan uygulanabilirliği ilkesine
dayanmaktadır.rnrnBuna göre, Kurucu Antlaşma içerisinde vazedilen rekabet kuralları milli rekabet mevzuatlarını tamamlayıcı
niteliktelerdir ve iç hukukun Birlik hukukuna karşı hükümler içermesi mümkün değildir. Bu bağlamda, Antlaşma'nın 81 ve 82.
maddeleri, teşebbüslere, bu maddeler kapsamındaki hak ve hükümlülüklerinin hem milli kurumlar hem de Birlik'taki kurumlar nezdinde
yargıya tabi olabilme serbestisi ve eşitliğini tanımaktadır.rnrnTartışmaya daha açık olan ikinci prensip ise; Birlik hukuku ve
milli hukukun kümülatif uygulanması ilkesine dayanmaktadır. Bu prensip Birlik hukuku ile milli hukuk arasında uygulama üstünlüğü
olmadığını, bir hukuktaki hükmün diğerindeki bir hükmü geçersiz kılmasının mümkün olmadığını ve dolayısıyla her iki hukukun da
karşılıklı uygulama şartlarının kümülatif olarak yerine getirilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.rnrnGerçekten de, milli
mevzuatlar 81. ve 82. maddelerin kapsamına giren bazı durumlarda etkisiz kalabiliyordu. Özellikle Üye Ülkeler arasındaki ticareti
etkileyecek boyuttaki ihlallerin önüne geçmekte sadece milli hukukun müeyyideleri yetersiz kalıyordu. Ancak bu durumda da, bir
ihlalin hem Birlik makamlarınca hem de milli makamlarca yürütülen paralel soruşturmalara tabi olması ve sonuçta caydırıcı
mekanizmaların rekabeti engelleyici duruma düşme riski ortaya çıkmaktadır. Nitekim, Almanya'da faaliyet gösteren yedi
renklendirici madde üreticisi firma fiyat belirlemeye yönelik uyumlu eylem içerisine girdikleri gerekçesiyle Bundeskartellamt
tarafından mahkum edilirken, bu firmaların dördü aynı gerekçeyle Komisyon tarafından da mahkum edilmiştir.rnrnÜçüncü ve son
prensip ise ihtilaf halinde Birlik hukukunun üstünlüğünün kabulü ilkesine dayanmaktadır. Uluslararası Antlaşmaların -ki Roma
Antlaşması da böyle bir antlaşmadır- iç hukuka karşı üstünlüğüne, ilk defa Costa k. ENEL davasında Yüce Divan tarafından
değinilmiştir. Diğer taraftan, böyle bir üstünlüğün sadece Roma Antlaşması hükümlerini kapsadığı ve bu Antlaşma vasıtasıyla oluşan
hukuğu kapsamadığı yönünde de görüşler mevcuttur.rnrnHer ne kadar yukarıda değinilen prensiplerin zamanında tutarlı yönleri olmuş
olsa da, zaman içerisinde, mevcut milli ve Birlik mevzuatları çerçevesinde oluşan içtihatlar, sözkonusu tartışmaların aslında
sonuca bir etkisinin olmadığını göstermiştir. Çünkü Birlik Rekabet Hukuku daima milli yasaların önünde gelmektedir.rnrnBu durumda
da Almanya Yüksek Mahkemesi'nin aldığı Karar'ın Birlik Rekabet Hukuku'na da uyumlu olduğu kuşkusuzdur.rnrnYarınki yazımızda
meseleyi Türk Rekabet Hukuku açısından değerlendireceğiz.