Fakat esas cephe, Türkiye ekonomisi için ilgili mevzuatın etkileridir. Türkiye'nin Topluluk
dahil tüm ülkelere karşı, kendi iç pazarında sahip bulunduğu en önemli rekabet avantajının, dağıtım sektöründen
kaynaklandığı bilinmektedir. Anadolu'da küçük esnaf olarak filizlenen hür teşebbüs, yüzyıllık bir süre içerisinde
Türkiye'yi dünyanın en ileri yaygınlıkta dağıtım sistemleri ile donattığı görülmektedir. Bu dağıtım sistemlerinin kontrolu ise
çoğunlukla yerli sermayeli büyük kuruluşlardadır. Fakat yeni mevzuat, Türkiye'nin sahip olduğu bu rekabet avantajını Topluluk
ihracatçısı ve tüm dünyanın ihracatçısına teslim etmesi anlamını taşımaktadır. Yukarıda haksız rekabetten korunan kesimin
yalnızca KOBİ'ler olduğunu ifade etmek yanlış olur. Tüm ithalatçılar, yerli sermaye ile eşit rekabet avantajlarına kavuşturulmuş
durumdadır.Â
İşte, 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile imza altına alınmış olan mevzuat uyumunun en önemli unsuru budur.Â
Fakat bu sürecin Türkiye açısından kaçınılması mümkün olmayan bir süreç olduğunun da altını çizmek gerekmektedir. Zira
açık rejimler ile serbest piyasa ekonomisinin şartlarının uygulanabilmesi için ulusal korumacılığın rekabet şartlarının
eşitlenmesi ile kaldırılması, Dünya Ticaret Örgütü ve Entegrasyon içerisinde bulunduğumuz Topluluk tarafından tüm dünyaya
empoze edilmekte olduğu bilinmektedir.Â
Bir diğer ifade ile, yalnızca iki yıl içerisinde özel sektöre hazırlık süresi tanınmış bulunan Rekabet Kanunu ve Türkiye'nin
bu mevzuata tabi olacağı, 1973 yılındaki Katma Protokol'den bu yana bilinmektedir. Fakat siyasi otorite ve kamu bürokrasisi
Gümrük Birliği'nin hazırlık dönemi boyunca bu gerçeği göz ardı etmiştir. İthalatla kalkınılabileceğini zanneden bazı
çevreler ve sivil toplum kuruluşları, konuyu entellektüel bakış açısı ile piyasa dinamiklerini dikkate almadan ele almış ve
ayrıca özel kesim konuya karşı duyarsız kalmıştır.Â
Bu şartlar altında büyük sermaye çarpık yapılanmasını sürdürmüş ve piyasalar Rekabet Kanunu'nun şoku ile karşı karşıya
kalmıştır.
Â